21 Kasım 2010 Pazar

"Böyle Gelmiş Böyle Gider"

"Düzen, böyle gelmiş böyle gider", "Eşitsizlik, böyle gelmiş böyle gider", "İnsan, böyle gelmiş böyle gider", "Dünya, böyle gelmiş böyle gider"ve daha nice "... böyle gelmiş böyle gider"ler.
Baştan bir kabulleniş var bu sözde. Daha baştan her şeyin son bulduğuna inanma. Dünyadaki her şey sabitmiş gibi, yaşamdaki her şey kalıcıymış gibi bir algılayış bu. Oysa neden böyle geldiğine dair bir merak olsa, neden böyle geldiğini anlamaya yönelik bir çaba olsa; böyle gelenin ne olduğunu, ne gibi dinamikleri içerdiğini öğrenme isteği olsa "değişim"i anlamaya dönecek yargılar. Elbette merak, çaba ve öğrenme isteğini yok edenler  bu düşünce yöntemiyle yaşamlarını daha uzun kılıyorlar. Tarihin ve yaşamın algılanmasında her şeyi değişmez kabul ederek insanın değişime yönelik müdahalesinin gereksiz olduğu düşüncesini yerleştiriyorlar.

Duyularımızla algıladığımız bizden ayrı "oluş"ların sürekliliğini değil, düşüncede  "olan"ın sabit-ideal biçiminin geçerli olduğu bir dünya tasarımının doğru olduğunu iddia ediyor bu anlayış. Oysa tersine evrenin, dünyanın, tarihin(zamanın), insanın ve bunlarla birlikte ortaya çıkan devlet, din, dil, bilim, felsefe ve daha nice  kavramın (özgürlük, eşitlik, demokrasi...) bir geçmişi ve bu geçmiş içinde ortaya çıkışları, farklılaşmaları var ve belki sonlanışları olacak.
Sonuç olarak bir an dondurularak, bu değişenler sadece sınırlı olarak anlaşılabilir. En önemlisi de geçmişi boyunca zaten insanın etki alanında olmuş birçok şeyin insandan uzaklaştırılarak sanki insan dışındaymış gibi, sanki insan özne olamazmış gibi bir yanılsama oluşur. Karşılıklı etkileşim içindeki insanın tarafı yok sayılarak insan tarih içinden yok edilir.

İnsan, yeniden dünyaya inmeli, yeniden eline almalıdır Prometheus'un ateşini.